Berekat Zübdetül Makamat, İmamı Rabbani ve Yolundakiler

WHATSAPP İLE SİPARİŞ VER
Hızlı Gönderi
Güvenli Alışveriş
İade ve Değişim

Berekat Zübdetül Makamat İmamı Rabbani ve Yolundakiler

 
  BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
 
Her hayır kapışınım anahtarı besmele,
Başlayalım kitaba Yüce Allah' ın ismiyle,
Rahmet kapılarını sen bize aç yâ Rabbi,
Üstümüze merhamet, mağfiret saç yâ Rabbi!
 
 
    MÜTERCİMİN ÖNSÖZÜ
 
Allahü teâlâ'ya hamd olsun, sevdiği seçtiği kullarına selâmlar olsun.

Rahman ve Rahim olan Allahü teâlâ'ya sığınarak ve ondan yardım dileyerek, insanlığın güneşi, dînin müceddîdi (yenileyicisi yani kuvvet­lendiricisi, asrı saadetteki hâline getiricisi) İmâm-ı Rabbânî'nin (kuddise sirruh) yüksek ilmini, temiz ahlâkını, eşsiz takvasını velayetteki yüksek makamlarını, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalblerin düşüne­mediği marifetlerini, hâllerini anlatan Berekât (diğer ismi Zübdetül Makâmât) kitabını acizane tercüme ettim. Siz mes'ûd okuyucularıma takdim ediyorum. Kitabın aslı Fârisî dil ile yazılmış olup, bâzı yerleri de Arabîdir.
 
Berekât kitabını yazan; İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin en yüksek ta­lebelerinden ve halîfelerinden, faziletler sahibi Muhammed Hâşim Kişmî hazretleridir (kuddise sirruhümâ).
 
Bu kitabı İmâm-ı Rabbânî'nin vefatından bir sene önce yazmaya baş­layıp, altı senede bitirmiştir. Yani hicri bin otuz yedi (M. 1627) senesinde tamamlamıştır.
 
Kitab, belagat ve fesahat bakımından çok yüksektir. İki maksad üze­re olup, birinci maksad, İmâm-ı Rabbânî'nin hocası Muhammed Baki'yi (kuddise sirruhümâ), ikinci maksad, her cebhesiyle İmâm-ı Rabbânî'yi, oğullarını ve halîfelerini anlatır.
 
Berekât kitabı, Hindistan'da Bombay'da basılmıştır. Biz bu kitabı İs­tanbul'da Çarşamba'da bulunan Murad Molla kütüphanesindeki el yazısı ile yazılmış nüshasından alıp Süleymaniye kütübhanesinde bulunan diğer bir nüshası ile karşılaştırıp tercüme ettik. Sonra Hakîkat Kitâbevinin neş­rettiği musahhah nüsha ile karşılaştırıp, bu en son en doğru hâlini aldı. Ay­rıca bu baskıya "Hadarat-ül Kuds" kitabından çok mühim ilâveler ya­pıldı.
 
İmâm-ı Gazali ve İmâm-ı Rabbânî (Rahimehümallah) buyuruyorlar ki:
"İnsan sevdiğinin ahlakıyla ahlâklanır. Bu sevenin elinde değil­dir; sevgi bunu icabettirir. Büyüklerin ahlakıyla ahlâklanmak, onları sevmek, tanımak ve onlar gibi olmaya gayret etmekle ele geçer.
 
Hakîkî insanların, Allah adamlarının hâllerini okumak, onlara özenmek, onlar gibi olmak istemek, gösterdiği yolda gitmek ne güzel bir gidiştir."
 
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde, "İyi insanlarla beraber olunuz" bu­yuruyor. Yine bir âyeti kerîmede "Allahü teâlâ'ya kavuşmak ve göster­diği yolda gitmek için vesîle arayınız (vasıta arayınız)" buyuruluyor.
 
O halde din düşmanlarının, Allah ile kul arasına kimse giremez, söz­leri bu âyeti kerîmeleri, hattâ Kur'ân-ı kerîmi ve bütün semavî kitâbları, peygamberleri (aleyhimüsselâm) âlimleri ve arifleri inkâr etmektir.
Çünkü bunların hepsi Allahü teâlâ'nın emirlerini ve yasaklarını kul­larına bildiren birer vasıtadırlar. Hadîs-i şerîfte: "Sâlihlerin, temiz ve makbul Müslümanların isimlerinin anıldığı yere, Allah'ın rahmeti iner" buyuruldu.
 
Hadîsi kudsîde: Sevgililer ve makbullerle beraber bulunanlara "Celîs-i ilâhî" denilmektedir.
 
Peygamberin üç vazifesinden ikisi olan, kalbleri kendine çekme kalblere feyiz akıtma işi ve şerîatı yayma mükellefiyeti, büyük âlim, arif ve mürşîdlere verilmiştir. Yani hakîkî bir mürşidin sohbeti, dertlere deva, bakışı hastalıklara şifâ, sözleri ölü kalblere hayat vermektedir.
 
Mürşidi kâmil, kararan kalblere nûr, vesveseli kararsız gönüllere hu­zur sunan bir sâkîdir. Bu İslam güneşleri herkese, muhabbetine göre par­lamaktadır. Ariflerin velîlerin ruhları, isimlerini edeble ananların yanında bulunurlar. Herkesten yüz çevirip kendilerinden imdat isteyenleri, tasar­rufları altına alırlar.
 
Zaman ve mekân onların ruhları için bir başka mânâ alır. Vefatların­dan sonra tasarrufları daha da artar. Yeter ki onlara tam aşk ve ihlas ile bağlanılsın. Bundan sonra neler neler... olur. İşte bu kitâbta bu mevzuda çok şeyler bulacaksınız.
 
Yüksek ve husûsî makamlar sahibi, yaralı kalbler, hasta ruhlar tabi­bi, ilham kâtibi, hakkın, hakikatin, gizli sırların hatibi, Allah ile baki, ken­dinden fâni, müceddîdi elf-i sânî (ikinci binin kuvvetlendiricisi ve nûrlan-dırıcı) İmâm-ı Rabbani, mahbûb-i sübhânî Ahmed Fârûkî ibni Abdüle-had'in hâlleri tam bir salahiyetle şanına yakışır şekilde gayet geniş olarak anlatılmaktadır.
 
İmâm-ı Rabbani (kuddise sirruh) (Müceddîdi elf-i sânî) ismi ile meş­hur oldu. Eski ümmetler zamanında her bin senede şeriat sahibi bir resul gelir, evvelki şeriatı değiştirirdi. Her yüz senede de bir nebi gelir, şeriat sahibi peygamberin şeriatını değiştirmez, kuvvetlendirirdi.
 
Hadîs-i kudsîde, bu ümmette her yüzyıl başında İslâm dînini kuvvet­lendiren bir âlim geleceği haber verilmektedir. Meselâ, beşinci asrın ye-nileyicisi Muhammed bin Muhammed Gazâlî'dir (rahmetullahi aleyh).
 
Peygamber efendimizden (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra pey­gamber gelmeyeceğine göre, kendisinden bin sene sonra İslâm dînini her bakımdan ihya edecek, bid'atlerden temizleyip, asr-ı saadetteki temiz ha­line getirecek, zahirî ve batini ilimlerde tam vâris, âlim ve arif bir zâtın vücûdu lâzımdı.
Hadîs-i şerifler bunu bildirmektedirler. Bu zâtın İmâm-ı Rabbânî (kuddise sirruh) olduğunda âlimler ittifak ettiler. Peygamber efendimiz­den (sallallahu aleyhi ve sellem) tam bin sene sonra, yani hicri 1011 se­nesinde, ilim ve irşâd kürsüsüne mutlak olarak oturmuş, cihanı Resûlul-lah'ın (salallahü aleyhi ve sellem) nurları ile aydınlatmaya, doldurmaya, İslâm dînini ihya etmeye, bid'atleri ortadan kaldırmaya başlamışlardı, En büyük âlimler ve arifler onun hakkında:
 
"Müceddîdi elf-i sâninin hâlini anlamakta velîler de avam gibi­dir," buyuruyorlar.
 
Meşhur Mevlânâ Hâlidi Bağdâdî'ye hocası Şâhı Dehlevî (kuddise sirruhümâ) yazdığı bir mektûbda şöyle buyurur:
 
İmâm-ı Rabbânî'yi sevenler mü'min ve takva sahihleridir. Sev­meyenler ise, şakî ve münafıklardır. Bütün âlem-i İslam'a İmâm-ı Rabbânî'nin şükrünü edâ etmek vacibdir.
 
 
İmâm-ı Rabbânî'nin geleceğine dair bildirilen hadîs-i şerîf, İmâm-ı Suyûti'nin Cem'ul Cevâmî kitabında vardır. Kendisine ilk defa müced­dîdi elf-i sânî ismini veren, zamanının ve İslâm âleminin, İslâm dîni dur­dukça ismi anılacak en büyük âlimlerden olan Abdülhakim-i Siyalkûtî hazretleridir.
 
 
İMÂM-I RABBÂNÎ:
 
Adı Ahmed'dir. Hindistan'da yetişen en büyük İslâm âlimidir. Âlim­lerin üstünü, vâsılların reisi, hârikaların kerametlerin mazharı, sonsuz de­recelerin cami'i hakîkat ehlinin öncüsü idi. Hazreti Ömer'in (radıyallâhü anh) yirmisekizinci torunu idi. Hicretin 971. senesi, aşure günü Serhend şehrinde tevellüd etti. Yüksek derecesinin en büyük şahidi MEKTÛBÂT kitabıdır. Nakşibendiyye, Kâdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye ve Çeş-tiyye büyüklerinin bütün kemâlâtına kavuşmuştu. İmâm-ı Rabbânî, 1034 senesi, safer ayının yirmisekizinci salı günü vefat eyledi. Serhend'de aile kabristanındadır. (Rahmetullâhi aleyh).
 
Azîz okuyucu! Allah adamlarının ve irfan ordusu kumandanlarının en büyüklerinden olan İmâm-ı Rabbânî'nin (kuddise sirruh) işbu hâl ter-cemesini okurken, anlayamadığın, erişemediğin mânâlara rastlarsan, bu hâl ve sözleri sahihlerine havale edip, hüsn-i zandan ayrılma. Bu hüsn-i zannın, seâdetine vesîle olabilir. İnkâr ve red, helake sebeb olduğu gibi.
 
Allahü teâlâ bizi, her iki dünyada sevdikleri ile bulundursun. Âmin.
 
Süleyman Kuku (Ahmed Faruk Meyan)
 
 
 
MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ
 
Devamlı var olan ve Ondan başkası Onunla varlıkta duran Allahü te­âlâ'ya hamd ederim. Serâpâ nûr olan Peygamberimiz hazreti Muham-med'e, âline, ashabına ve Ona tâbi olanların hepsine ve kıyamete kadar onu sevenlere salatü selâm ve iyi dualar ederim.
 
Nakşibendi yolunun ilim ve irfan ehli, gizli ve aşikâr hazîneler sahibi, temkin ve edeb sofrasının efendileri, silsile-i zeheb halkasının mest olmuşları!
 
Biliniz ki, kendi amelinden utanan bu hakîrin baba ve dedeleri, yük­sek Kübreviyye yolunda idiler. Daha çocukluğumda bu yolun büyüklerin­den bazılarının bereketli sohbetlerinde bulunmuştum. Fakat yaradılışım itibarıyla ve aslî münasebetim sebebiyle daha gençliğimin ilk zamanların­da gizli işaretlerle ve sizin bildiğiniz Rahmânî beşaretlerle (müjdelerle) kalbimi Silsile-i Zeheb olan Nakşibendiyye'nin büyüklerine bağladılar. Ümit gözüm onların rahmet ve bereketi ile açılınca, bu büyük yolun yol göstericilerinden hangisinin, bu âcizin kolundan tutacağını bilemiyor­dum.
 
Bu azîz ve çok yüksek silsileye girmek isteyenleri kabul edenlerin hangisinin, bu kabiliyetsizi kerem ve ihsan ederek kabul buyuracağını anlayamıyordum. Bu düşüncenin devam ettiği günlerde, o makamlara ka­vuşmak isteğinin verdiği arzu ile, elem ve sıkıntı içinde, daima: Hadi atı­mı hazırlayın, muhakkak Hindistan'a gitmem lâzımdır, diyordum. Mevlâ-nâ (kuddise sirruh) buyurur ki:
 
Beyt:     Hindistan'ı rüyamda gördüğüm günden beri,
           Ümit gözüm açıldı, harâb buldum her yeri.
 
Bu elemler ve çılgınca söylenen sözler geçtikten sonra, vaziyetim şöyle oldu ki, ister istemez kendimi tutamayıp, baş ile ayak arasında ay-
 
rılık göremeyip, Hindistan'a geldim. Bir sene sonra o memleketde, bir ge­ce bir mahfilde geçmiş evliyanın (Rahimehümüllah) acâib hâlleri, garib tasarrufları üzerinde konuşuluyordu. Kalbimden geçti ve hattâ zannediyo­rum, dilimle de söyledim ki, bu azametli hakîkat yani acîb haller, garib ta­sarruflar yalnız eski zamanlarda ve eski insanlarda olup, bugün böyle bir cevher mevcud değildir, yahud zamanımızda da vardır, ama bizim gibi kabiliyetsizlerin idrak gözlerinden saklıdır.
 
Beyt:     Ya güzellerin kalbinde ehl-i dile meyil kalmadı,
           Ya âşıklar diyarında bir sâhib-i dil kalmadı.
 
Bu günlerde idi, bir gece rüyamda büyük bir zât gördüm;
"Hadi kalk filân mürşîd-i kâmil ve âlim, filân yerde, safâ ve ya­kın sahihleri ile oturmuş seni istiyorlar"dedi. Oraya gittik, şu suret ve eşkalde bir üstâd gördüm. Evin sofasında oturmuş murakabe ediyordu. Talebeleri sofanın altında, başlarını önlerine eğmiş sessizce oturuyorlardı. Beni oraya götüren zât, o büyüğün huzuruna çıkardı. Başlarını kaldırdılar, elini uzatıp elimi tuttular ve:
 
Bismillâhirrahmânirrahîm, izâcâe nasrullahi velfeth'i.. sonuna kadar oku!" buyurdular. Okudum ve ağladım. Uyanınca bu sûreyi ve ne için nazil olduğunu düşünmeye başladım ve şöyle buldum:
 
Fetih ve imdadı ilahî yetişince, bir çok insanların fevc fevc, yani kitle kitle bu büyükler yoluna ve ana caddeye girdiğini görürsün. O halde teşbih et ve istiğfar yolunda ilerle ki, Allahü teâlâ Tevvâbdır.
 
Yani ziyadesiyle tevbe kabul edicidir. Melikül Allâm olan Allahü te-âlâ'nın kelâmının sonu tevvâb olunca, buradan tevbeye bir işaret buldum.
 
Bu rüyadan sonra bir ay geçmeden, Hindistan'ın büyük şehirlerinden olan Burhanpur'a vardım. Bu şehir, Umman denizinin sahilinde, hacıların güzergâhı üzerindedir. Ve gariblerin sığınağı, esirlerin üzüntülü kalbleri-nin tabibi, Şeyh Burhaneddin-i Garibin (rahimehüllah) Kutbül enam ismi­nin bereketiyle feyizlenmiş bir ülkedir. İlim, amel, takva sahibi ve Kur'ân-ı kerîm'e muttalî büyük bir âlimin rüyasına göre burası bir çok beldelerden hayırlıdır. (Allahü teâlâ bu şehri ve diğer bütün Müslüman memleketlerini belâlardan âfetlerden korusun.)
 
Bürhanpûr şehrinde Silsile-i şerîfeden mesned-i irşâdda bulunan ve keşf ve cezbeleri ile talihlerin kalblerini çekmekte mahir, seyyidlerin büyüklerinden ve hakîkî mürşîdi kâmillerden, menba-ı zevk ve vicdan, in­san görmüş insan, Mir Muhammed Nu'man (Sellemehüllahülmennân) ın huzur ve sohbetlerine kavuşmak için çok acele ediyordum. Huzurlarına büyük bir heyecanla vardığım zaman, hayretler içinde kaldım. Zîrâ, beni büyük bir zâtın (İmâm-ı Rabbani hazretlerinin) huzuruna bu zât kavuştur­muştu.
 
Zikri ve büyükler yolundaki murakabeyi kendilerinden aldım. Huzur ve hizmetlerinde, İmâm-ı Rabbânî'nin (kuddise sirruh) muhabbet tohu­munu gönül bahçeme ektim. Nihayet bin otuz bir senesinde, o menkıbe­leri çok yüksek olan İmâm-ı Rabbânî'nin emir ve isteği, seyyidler hane­danının izin ve müsaadesiyle, Allah'a tapanlarm rehberinin (kuddise sir­ruh) yüksek dergâhına kavuştum.
 
Hemen hemen iki sene hazerde ve seferde, yanlarından, eteklerinden ayrılmadım. Bu kısa zamanda onların sohbetlerinden o kadar istifâde et­tim. O cihanı nurla dolduranın feyizlerinden bu kalbi kırığın gönül pence­resine o kadar nûr ve feyiz aktı ki, şerhe ve beyana sığmaz.
 
 
Beyt;     Vücûdumun her kılı gelse de dile,
        Şükrünün binde birini edemez bile.
 
Allahü teâlâ bu fakîr ve diğer talebeleri tarafından onlara hayırlı kar­şılıklar versin. Edebin çokluğu, mübarek isimlerini yazmama mâni olu­yorsa da, izah ve açıklama kaleminin dili, onsuz şeker tatlılığını veremi­yor. Bu sözler ondan başkasıyla süslenmeyi kabul edemiyor ve bu silsiledekilerin mecnûna dönmüş kalbleri, onsuz rahatlık göremiyor.
 
O, îsâ aleyhisselâmın müjdelediği, Peygamber Efendimiz sallallahu teâlâ aleyhi ve sellemin ismi ile müsemmâdır. (Yani ismi şerifleri Ah-med'dir.) Lâkabı Bedreddin, künyesi Ebûlberekât mezhebi Mezheb-i İmâm-ı Azam Nûman bin Sabit, şivesi yani âdeti ve yolu temkin ve sebat, nesebi Fârukî, meşrebi Nakşibendi, yani istek sahihlerinin kalblerinden Allah'tan gayrisini silici, menşei Kabil ve Gazne, zuhuru ve vatanı kalb-ler diyarı olan Serhend'dir. Kabri şerifleri, yine orada nurun göründüğü yerdedir. Dergahları ilim ve irfan sahihlerinin toplandığı yerdir. (Kadde-sallahü teâlâ ve efâdalel âlemine birreh.)
 
Onların civarında ve divarlarının gölgesinde geçen aylar ve günler esnasında, zamanının gavsi, ilim ve esrar sahibi olan eşsiz oğulları ve bu kitâbda ismi ve hâlleri geçecek olan büyük mürşîdi kamil halîfelerinin her biri (Allah onların tesirlerini dâimi eylesin), bu âcize: "Sana lâzımdır ki, İmâm-ı Rabbânî'nin (kuddise sirruh) husûsî ve umûmî meclislerinde, in­ci saçılan mübarek dilinden, vakte, zamana, hâle ve istidada göre çıkan ve marifetler hazînesi Mektûbâtta bulunmayan, yeni ve taze fâideleri, yüksek marifetleri, onların hâllerinin ve tavırlarının nasıl olduğunu, nurlarını, be­reketlerini, kerametlerini, ayrıca İmâm-ı Rabbânî, Müceddîd ve Münev-vir-i elf-i sânî'nin (kuddise sirruh) hocası kutbu zaman, çok yüksek ma­kamlar sahibi, asrın teki, vaktinin ferîdi, kalblerin nûrlandırıcısı, bereket­ler mâdeni ariflerin ışığı, din ve milletin kendisinden razı olduğu, efendi­miz Hâce Muhammed Baki üveysî Nakşibendî (kaddesallahü şirreti) haz­retlerinin yüksek hâllerini bir kitâb hâlinde toplayasın; böylece o iki ser-veri sevenlere, onların hâllerini tanıtır ve yadigar olarak bırakırsın" bu­yurdular.
 
Sermayemin az olmasına rağmen, emirlerine imtisal etmekten başka çârem kalmadı. Bu sözlerden az bir kısmını yazmıştım ki, takdiri ilâhî ile kalbinden nûr ve huzur saçılan eşsiz hocamdan ayrılıp, uzağa gitmek za­rurî göründü.
Uzakta kaldığım zamanlar, uzaklarda kalmanın verdiği üzüntü, elem ve hasretimi teskin için, bu yüksek hâlleri ve sözleri yazmak arzusu daya-nılamayacak hâle geldi. Henüz bir miktar yazmıştım ki, hazreti hocamı­zın tüyleri ürpertici vefat haberi, kalbi yaralı talebelerini mateme gark et­ti. Vefatından sonra, hâllerini ve sözlerini anlatmak ve yazmakta teselliyi bulmak daha çok icabetti.
 
Nazm:         Bir balık ki mahrum kalır Fırat'tan
Köpükten medet umar, ayrılmadan hayattan.
Arıza vâki' olsa birinin göz nuruna
Gözü yerine artık güvenir bastonuna.
Bir çocuk emecek meme bulmasa,
Kendi parmağını koyar ağzına.
O eşsiz mum gösterince yüzünü,
Kokusu pervanenin çaldı gönlünü.
 
Bu kitâbta, Ebû'l-berekât Şeyh Ahmed'in (kuddise sirruh) yüksek bereketleri bildirildiği ve mukaddimesinde yüksek hocaları kutbul-enâm Muhammed Bâki'nin (kuddise sirruh) hâlleri beyân edildiği için, ismi­ne "Berekât-ı Ahmediyyet'H Bâkiyye" denildi. Bu iki büyüğün sözlerin­den bir söz, nüktelerinden bir nükte yazıldığı yerde, buna işaret olarak be­reket kelimesinin baş harfi, yani B harfi konuldu.
 
Hicri tarihine (Hüve zübdetül nıakâmât 1037) ibaresi tam geldi. Bu sebebden ZÜBDET'ÜL-MAKÂMÂT'da denirse yerinde olur. Bu kitabı bitirdikten sonra, silsile-i âliyyenin, sonra gelen büyüklerinin hâllerini de yazmak istiyorum. Bu kitabı, Allah'ın yardımı ile iki maksad üzere ve her maksad birkaç fasıl olmak üzere tertib ettim.  ( Berekat Zübdetül Makamat, İmamı Rabbani ve Yolundakiler, Muhammed Haşimi Kişmi, Berekat Yayınları, Süleyman Kuku tercümesi,  A. Faruk Meyan, imamı rabbani ve yolundakiler, zübdetül makamat kitabı, muhammed haşim kişmi, berekat kitabı )
 
Muhammed Hâşim Kişmi
 
İÇİNDEKİLER
 
Mütercimin Önsözü    
Müellifin Önsözü        
Muhammed Bâkî'nin (Kuddise Sirruh) Başlangıç Ve Nihayetteki
Halleri, İrşâd Ve Teveccühlerini Bildirir.         
Hâce Ubeydullah (Sellemehullah)       
Hâce Muhammed Abdullah (Kuddise Sirruh)   
Şeyh Tâcüddin (Kuddise Sirruh)          
Hâce Hüsâmeddîn Ahmed (Kuddise Sirruh)     
Şeyh İlâhdâd (Kuddise Sirruh)
Ferruhşâh       
İmâm-I Refiüddin (Kuddise Sirruh)     
Şeyh Abdülehad (Kuddise Sirruh)        
Şeyh Abdülkuddüs (Kuddise Sirruh)    
Şeyh Rükneddin (Kuddise Sirruh)       
Şeyh Celâl Tâniserî (Kuddise Sirruh)   
Hazret-İ Mahdum'un Şeyh [Şah]
Kemâl İle Görüşmeleri
İmâm-I Rabbânî'nin Yüksek Babalarından Naklettikleri Birkaç Fâide (Kuddise Sirruhümâ)
İmâm-I Rabbânî'nin Babasından Nakilleri        
İmâmı Rabbânî'nin Doğumu, İlk Zamanları
İmâm-I Rabbânî'nin Hâce Bâkıyyibillah'ın
Sohbetlerine Kavuşmaları       
İmâm-I Rabbânî'nin Bazı Mektûbları   
Allahü Teâlâ'nın İhsâniyle İmâmı Rabbânî'ye Mahsus Kıldığı Yüksek Halleri 
İmâmı Rabbânî'nin Gece Ve Gündüzdeki
İbâdet Veâdetleri         
İmâmı Rabbânî'nin Marifetlerinin Medhi Ve Çok Olması        
Hazret-İ İmâm'ın Bazı Kerametleri      
 
Hazret-İ İmâm'ın Vefatları     
Hâce Muhammed Sâdık (Rahimehullah)     
Hâce Muhammed Saîd (Sellemehullahü Teâlâ)      
Hâce Muhammed Ma'sûm (Sellemehullah) 
Mîr Muhammed Nu'mân (Sellemehullah)    
Şeyh Tâhir-İ Lâhorî (Sellemehullah)
Şeyh Bedîüddîn (Sellemehullah)      
Şeyh Nûr Muhammed Püntî (Sellemehullah)          
Şeyh Hamîd Bengâlî (Sellemehullah)          
Şeyh Müzzemmil (Rahimehullah)    
Şeyh Tâhir Bedahşi (Sellemehullah)           
Mevlânâ Ahmed Berkî (Rahimehullah)        
Mevlânâ Kasım Ali (Rahimehullah)  
Mevlânâ Yûsuf Semarkandî (Rahimehullah)           
Mevlânâ Muhammed Salih Gülâbi (Sellemehullah)
Mevlânâ Muhammed Sıddîk Kişmî (Rahimehullah)
Şeyh Abdülhayy (Sellemehullah)     
Mevlânâ Yâr Muhammed Kadîm Tâlkânî (Rahimehullah) .
Mevlânâ Hasen-İ Berkî (Rahimehullah)       
Şeyh Abdülhâdî (Rahimehullah)       
Şeyh Hacı Hıdır Efgân (Rahimehullah)        
Şeyh Yûsüf-İ Berkî (Rahimehullah)  
Şeyh Muhibbullah (Rahimehullah)   
Mevlânâ Ahmed Deybenî (Rahimehullah)   
Kerîmüddîn Bâbâ Hasan Ebdâlî (Rahimehullah)    
Şeyh İshak-I Sindi (Rahimehullah)   
Mevlânâ Abdülvâhîd Lâhorî (Rahimehullah)           
Mevlânâ Emânullah Lâhorî (Sellemehullah)
 
Son Söz         
Hazret-İ Muhammed Saîd'in Oğulları           
Şeyh Abdülehad (Kuddise Sirruh)    
Muhammed Sibgatullah (Kuddise Sirruh)    
Muhammed Hüccetullah (Kuddise Sirruh)   
Şeyh Muhammed Ubeydullah (Kuddise Sirruh)      
Bürhânüllah Şeyh Muhammed Eşref
Şeyh Muhammed Seyfeddin (Kuddise Sirruh)        
Şeyh Muhammed Sıddîk (Kuddise Sirruh)  

TESLİMAT
 
Değerli okurlarımız tedarik usulüyle çalışmaktayız. Stoklarda bulunmayan eserler için tedarik süremiz en geç 3 iş günüdür.

Büyük oranda sipariş verdiğiniz gün saat 13:00 ve öncesi ise siparişiniz aynı gün kargoya verilir.Ve ertesi gün teslim edilir.

Eğer siparişinizi saat 13:00`den sonra verdiyseniz ürününüzün stoklarda olması durumunda ertesi gün kargolama yapılmaktadır.

El emeği ve kişiye özel eserlerde gönderim süresi değişebilmektedir. Siparişinizin yoğunluğuna ve sıraya göre 3-5 iş gününü bulabilmektedir. 

---

Yurt Dışında ki okurlarımızın dikkatine;

Yurt dışından yapılan alışverişlerde sitemizde ki yurt içi kargo ücretleri, teslim süre ve şartları geçerli değildir. Yurt dışı kargo ücretleri siparişinizden sonra ayrıca tahsil edilir.
Yurt dışına, özellikle Avrupa Ülkelerine vermiş olduğunuz siparişlerinizi anlaşmalı kargo firmalarımız ile, en kısa sürede ve en uygun fiyatlarla göndermekteyiz.Yurt dışı siparişlerde kargo bedeli müşteriye aittir. Bu bedeli dilerseniz western unionla dilerseniz kredi kartı yahut swift yoluyla ödeyebilirsiniz.

Yurt dışı siparişlerde kapıda ödeme yapılmamaktadır.

Siparişleriniz ORTALAMA 3-10 İŞ GÜNÜ İÇERİSİNDE tarafınıza teslim edilmektedir. Yurtdışına safran mürekkebi, çörek otu kapsülü gibi sıvı/gıda içerikli ürünler gönderilememektedir. Gümrük mevzuatı gereği bize geri dönmektedir.




 
Yükleniyor...