Taşın boyanmasıydı âdet olan, sıra boyamalara geldi. Yontucunun, kullandığı boyalara güvenisonsuzdu. Asırlarca dayanacaklarını, solmayacaklarını, bambaşka renkleredönüşmeyeceklerini biliyordu. Kimi bir deniz kabuğunun, kimi bir çömlek parçasının içindekarıştırdı renkleri. İstese, sonsuz sayıda renk elde edebilirdi. İstemedi. Kimi iç açıcı, kimi kasvetverici, ama hepsi de canlı ve kalıcı renklerle yetindi. Gözlerini karla hiç ovmamış kadınlarınülkesinde buz mavisi, yağmur grisi gibi, kar beyazının da olmazdı elbet ama renklerin en zorolanı, kendisinden başka bütün renkleri yutanı, renksizlik kılanı, göz yakıcı çiğ beyaz bile onunduvar resimlerinde yumuşadı, uysallaştı. Hacmini buldu, boyun eğdi, renklerden bir renk oldu.En çok da bir yıldız ırmağının üzerinde akan lâcivert gökyüzünün altında güzel durdu. Çünkükraliçe her defasında yıldızlı gök altında beyaz bir elbise giyiyor oluyordu.Yontucu her şeyi üstün bir gerçekçilik duygusuyla tamamladı. Tasvirleri arasında bugerçekçilikle bağdaşmayan tek sahne, lâcivert ırmağın burgaçlı dalgaları arasına saldığı,batacağı ya da yol alacağı zamanın tek anlık aynasından belli olmayan taş geminin üzerine kaldı. Onun da tek yolcusu vardı.