Trabzon'un Of kazasının Dernekpazarı nahiyesine bağlı Taşcılar köyünde 17 Kasım 1932 yılında dünyaya gelmişim. Altı yaşıma kadar mahallemizin sıbyan mektebinin hocası Bozoğlu'ndan Elifba ve Kur'an-ı Kerim okudum. Bu yaşımdan itibaren annemin babası rahmetli dedem, Lekur Hoca diye tanınan Muhammed Hanefi'den hıfza başladım. Herhalde dokuz yaşında bitirdim. Ondan sonra yine kendisinden Emsile, Bina, Maksud'dan başlamak üzere Arapça, fıkıh, hadis, tefsir ve usul-i fıkıh okudum. On yedi yaşında icazet aldım. Bir yıl komşu köy Kalanas'ta (Calışanlar) dedeme vekaleten imamlık yaptım, ders okuttum. Sonra Trabzon'un Zankaryaköyünde iki yıl imamlık yaptım. 1952-53 ders yılında dayım Mehmet Yahya Kutluoğlu'nun teşviki ve dedemin emriyle İstanbul İmam Hatip Okulu'na girdim. Yıllar geçtikçe, Türkiye realitesini ve dünya vakıasını yavaş yavaş öğrenmeye başladım. Bu şuurun bende uyanmasında -Allah şifalar versin- Mustafa Sabri Sözeri'nin büyük tesirleri olmuştur. Bir İslam ülkesi olan Türkiye'nin halini, diğer İslam memleketlerinin durumlarını, buna mukabil Hıristiyan Avrupa'yı görüp, işitip anlayınca bende bir şaşkınlık meydana gelmişti: Hakkın temsilcisi olan İslam aleminin hüsranı nedendi? Ehl-i batıl niçin muvaffaktı? Bu kadar samimi ve gayretli Müslümanın çabası neden başarıya ulaşamamıştı? Bilmiyorum, belki bizim hüsranımızı abartıyor, Batı'nın maddi zaferini gözümde büyütüyordum! Fakat her şeye rağmen ortada bir realite vardır. Ta çocukluğumdan beri İslam dinine ve onun nezih hayatına sıkı sıkıya bağlı bir aile çevresinde yetişmeseydim, dilimin döndüğü ve aklımın erdiği günden itibaren İslami ilimler ve mukaddes metinlerle meşgul olmasaydım belki söz konusu buhranlı devre beni çok kötü bir neticeye götürürdü.