Çeşitli alanlardaki tasarım ve uygulamalarında modern mimarlığın sorunlarına, tarihi, çevresel ve kültürel değerlere ağırlık vererek yaklaşan Turgut Cansever, bugüne kadar üç ez Ağa Han Mimarlık Ödülü´ne layık görüldü ve çeşitli ulusal ve uluslararası yarışmalarda dereceler aldı. İslâm mimarîsi ve şehirciliği konusundaki ufuk açıcı görüşleriyle tanınan Cansever, yalnızca şehir planlamacıları ve mimarların değil, genel okuyucunun da ilgiyle takip ettiği bir düşünür. Cansever "İslâm´da Şehir ve Mimari"de, İslâm mimarîsinin temel meselelerini, mimarlık mirasının korunma yollarını, İslâm şehrinin belirleyici özelliklerini ve İslâm mimarîsi ve şehrinin gelecekte hangi esaslardan hareketle kurulabileceğini felsefî ve tasavvufî bir temelde, çağdaş ve geleneksel ustalardan yararlanarak tartışıyor. Cansever´e göre, "her şeyi doğru yerine koymak" (adalet), İslâm mimarîsini tasarlamak için atılması gereken ilk adımdır. Bu da ancak, her şeyi diğer şeylere göre doğru yere koymakla; sadece maddî varlık düzeyinin unsurlarına göre değil, aynı zamanda biyo-sosyal ve dinî hakikatlere, kanunlara göre doğru yere koymakla mümkündür.İslâm mimarîsi, malzemeyi olduğu gibi, niteliklerini inkâr etmeden ve önemine aşırı bir vurgu yapmadan neyse o olarak kullanır. Benzer düşünceler, teknoloji kullanımında da gözlemlenebilir. İslâm mimarîsi, olağanüstü teknolojik bir başarıyı, örneğin bir yapının olağandışı bir aydınlığa kavuşturulması gibi bir şeyi amaç edinmez. Aksine, İslâm´da teknoloji, sadece kendi önem hiyerarşisine göre gerçek ihtiyaçları karşılamak amacıyla kullanılır. Bu, malzemelerin kullanımında İslâm mimarîsinin hâkim bir özelliği olan "teknik"e karşı tabiî bir tutumu temsil eder. Tahta ile taş yahut maden ile çini gibi farklı malzemelerin bir arada kullanılmasında amaç, basit ve ilkel zıt ifadeler yaratmak yerine, birbirine saygılı güzellikleri, bireysel güzellikleri vurgulamaktır.Cansever, mimarî anlayışında geçmişle bağ kurarken, değişimi gözlerimizi kapamayı kastetmiyor. "Değişen hayatı değişmez hale getirdiğiniz zaman sizin yaptığınızla, yaşayanlar arasında bir kopukluk ve savaş ortaya çıkar. Dolayısıyla ya değişim yok sayılır ya da değişmeyen insanların hayatı küçültmeye, verimsizliğe yahut ıstıraba mahkûm edilir. O yüzden bence yerel yönetimler ve şehir planlamacıları, Osmanlının yaptığını yaparak en az müdahale, en az planlama, en fazla katılım ve tabiat insan dengesini, mahremiyeti gözeten bir mimarî üslup ve şehircilik anlayışı ile yeni şehirler kurmalıdır."