Yıl 1918 Tarihin en kanlı çarpışmalarına sahne olan Büyük Savaş nihayet bitmiştir.Kırk milyon insan ölmüş, ülkeler viran olmuş, haritalar değişmiştir. Galipleretükenmişlikle karışık bir sevinç, mağluplaraysa korkuyla karışık bir keder hâkimdir.Ancak hem galiplerin bir kısmının hem de mağluplardan birinin paylaştığı ortak birduygu daha vardır: Öfke!İngiltere ve Fransa öfkelidir zira zafer için ağır bir fatura ödemişlerdir.Cezalandırmak, dahası canına okumak için ağır şartlar içeren Versay BarışAntlaşması'yla Almanya'nın boğazına yapışırlar. Yenilginin şokuyla zaten ağır biröfke nöbeti geçiren Almanlar, kendilerini açlığa ve ondan da büyük bir zillete mahkûmeden bu antlaşmayla iyice deliye dönmüştür. Onlar büyük tarihi geçmişi olan şanlı birulustur; nasıl olur da yenilirlerdi, nasıl olur da elleri kolları böylesine acımasızcabudanırdı? Dünyayı işgale kalkmışken, nasıl olur da ülkeleri işgal edilirdi? Yenilgi biryana, nasıl olur da sokak hayvanlarını yiyecek kadar açlığa mahkûm edilirlerdi?Aynaya bakmaksızın suçlu ararlar: Kim, hangi hainler onları bu duruma düşürmüştür?Açlık, çaresizlik ve yenilginin travmasıyla at başı giden utanç, milyonlarınüzerine kâbus gibi çökmüş; Almanya, çölde vaha ararcasına, makus talihini değiştirecek bir kahraman arayışına çıkmıştır. Çok geçmeden adaylardan biri aradansıyrılır. Adı Adolf'tur. Kişiliği otoriteyle biçimlenmiş, hayata dair hayalleri yarımkalmış, türlü kompleksin esiri olmuş ve savaşın getirdiği yenilgiyi hazmedememiş birsavaş gazisidir. Şanlı tarih ile karnını doyurmakta, askerlik ile nefes almakta, ağzıda iyi laf yapmaktadır. Adeta o günün Almanya'sı, onun şahsında ete kemiğebürünmüştür...Düşün peşime, bizi bu duruma düşürenleri biliyorum, önce onların sonra dadünyanın canına okuyacağız; Büyük Almanya'yı kuracağız! der Adolf.Ruhu, bedeni ve zihni yaralı bir ulusun, ruhu, bedeni ve zihni hastalıklı birinsanın liderliğinde dünyayı kasıp kavuracak utanç yürüyüşü, işte böyle başlar...